22 Haziran 2007 Cuma

EVLİLİK TAHAKKÜMÜNDEN AŞK TAHAKKÜMÜNE

- TÜRK KIZLARINDA CİNSELLİK -



‘Tuvaletlerin cinslere göre ayrılması kadar, kadın-erkek cinselliğini de ayırmak o kadar ırkçı bir yaklaşımdır’ diyenlerdenseniz, buyurun bu yazıyı okuyun… Fakat pisuvara işemeye çalışan bir kadınsanız yada bunu normal karşılayan bir erkekseniz… Bu yazı tamda size göre.



Ne sıkıntılı yıllardı oysa… “Anneler, kızlarını sakınır. Nuri Alço’lardan korur. Asla ev partilerine göndermezlerdir. Bu muhafazakar anneler yüzünden, erkekler ilk cinsel deneyimlerini ya genel evlerde yada tüm iyi-kızlar gibi evlendikleri gün gerçekleştirirlerdir. Herkes için sıkıntılı ve sıkıcı yıllardı onlar”… Sonra bir anda Berlin Duvarları yıkıldı. Bu acı dolu yılları geride bırakan kızlar, anne oldular. Ve her şey bir rüyaya dönüştü… Artık erkekler için ilk deneyim genel-olmayan bekâr evlerinde yada bizzat partnerleri tarafından seçilmiş yerlerde, olaylar vuku bulmaya başladı. Fakat her iki cins içinde sıkıntı, acı, kan ve gözyaşı durmadı…


Nasıl olsun ki; eskiden anneler, kızları için cinselliğin pis, ahlak-dışı ve olmaması gereken bir kavram olduğunu öğretirlerdi –ta ki evlenene kadar-. Şimdiler de ise cinsellik, Modern Anneler sayesinde, kahkahalarla son bulacak yatak fantezilerine, hazzı yaşama özgürlüğüne, umut bağlanacak bir kadın hakkı ve eğlence aracı olduğuna hükmedildi –ta ki âşık olana kadar!


Dün, sevişebilmek için evlenmek şartken, bugün modern kadının sevişme şartı artık âşık olmaktır. Bir tahakkümden, bir başka tahakküme geçmek yani… Türk Kızları için sevişmek, bir nedene bağlı olması lazımmış gibi… Diğer tarafta ise “moderniz ama özgürüz de ağabeyler!” diyen yarı-feminist kadınlarda var ve bu şartlara bağlanmış cinselliği yıkma peşindeler. Fakat ne yazık ki, yıktıkları şey kendileri ve tahakküm yerli yerinde durmakta, bu ‘Free-Love’cı kadınlar, bunun bilincinde de değiller. Oysa onlar, “Zevk almanın temel koşulu ne evlenmek ne de âşık olmaktır, sadece seksi sevmektir.” Diyorlar ve sevişmeyi bir nedene bağlamaktan geri duramıyorlar: Sevmek, yani “moderniz ama özgürüz de ağabeyler!” kadınları, sevgisiz bir seksi kabul edemiyorlar. Onlar, kendi bedenlerini tanıyorlar, nasıl ve ne şekilde haz alacaklarını biliyorlar ama seksi, partnerini sevme ve seksi sevme olarak sınırlıyorlar. Netice de cinsel özgürlüklerini serbest bırakıyorlar ama kendilerine set çekiyorlar. Cinselliklerine bir ahlak kılıfı geçiriyorlar: Korunaklı Seks… Oysaki Türk Kadını, cinselliğine sahip olmak yoluyla değil, cinselliği; üremenin, arzunun ve özgürlüğün yüklediği bir görev olarak görüyorlar. Kızlık zarını, bedenlerinde yırtıyorlar ama kafalarından bir türlü atamıyorlar… Türk Kadını için namus artık bedende değil, beyin zarlarında kalmış durumda… Bu Korunaklı seks anlayışı, yani cinsel ahlakçılığın yeni bir hâkimiyet yolu ve Türk Kadınına eskisinden daha çok zulüm etmekte…


Evlilik- Aşk- Sevgi gibi ‘Şeytan üçgen’leri, Türk kızlarının yakasını bir türlü bırakmıyor. Tahakküm kendi iktidarını, cinselliğin özgürlük kanadından tekrar üretiyor. Evlilik olmadan seksi düşünmek, âşık olmadan seksi düşünmek ve sevgi olmadan seksi düşünmek sanki imkânsızmış gibi. Türk kadını, seksi takısız, sıfatsız, ön-yargısız ve ön-adsız düşünemiyor… Ben, buna “Ön-Sevişme” takıntısı diyorum. Türk kızları için sevişmek, ne yazık ki, “Ön-Sevişme” takıntısı yüzünden okşanmak, dokunmak, hissetmek, güven ve huzurlu bir kaçışa bağlı. Yani cinselliği bir bütün olarak göremiyorlar. Ve Türk kadını, bu yüzden, başlı başına sekse karşı, Hayır! Diyor. ‘Olumsuzladıkları’ sadece seks olsa, sorun değil, ama kendisine, kendi doğasına hayır diyor Türk kadını…


İlla bir neden mi bulmalı seks için? Hayır. Peki, Seks özgürleşmeli? Hayır. Çünkü seks özgürleştikçe, birey köleleşir. Seks özgürleşirse, eğer Freudvari bir düşünce çıkar ortaya. Freud kısaca Descartes’in ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ determinizmini ‘Her şeyin altından seks çıkar’a dönüştürerek, seksi olmazsa olmaz bir yaşam alanının bütününe çevirmiştir. Freudçular; rüyaları, hayalleri, sanatı, sporu ve kültürü seksin bir aracı olarak görerek, cinselliği, insani bütün davranışlarının amacı haline getirmişlerdir. Yani, yukarıda yakınarak bahsettiğimiz seksi ön-adlardan kurtarmak kadar, seksin yaratacağı ön-adlardan da kurtulmalıyız. Seks, özgürlük alanını genişlettikçe, bireyin; davranışlarına, mantığına ve kendisine hâkim olur. Kısaca, bilincini alt üst eder.


Cinsellik, her şey olduğu sürece, birey cinselliğin bir alt koludur. Oysaki cinsellik varolduğu için birey yoktur. Cinsellik, kutsal-olmayandır ve bireyin dünyadan yararlanma ve tüketim biçimidir. Cinsellik varoluşunu, bireyin varoluşuna bağladığından, birey, cinselliği basit bir nesneye çevirmekten başka bir düşüncesi olmamalıdır. Ego, cinselliği, kendisinden daha önemsiz bir eyleme çevirmedikçe, iktidar, insan türünü; çoğalma potansiyeline sahip bir nüfus olarak görür ve seni kontrol etmeye başlar. Sen, cinselliğini bir ‘yaratıcı-geçicilik’ten, sabit cinsel kimliklere bağlarsan eğer, vay haline! Sonra, iktidar, senin doğuracağın çocuktan, beslenme alışkanlıklarına kadar sorgular. Bununla da yetinmez; ne kadar sıklıkla cinsel ilişkiye girdiğini ve mastürbasyon yaptığını araştırarak, ülke ekonomisine verdiğin zararı tespit eder ve ‘seni verimliliği düşürmekle suçlar’. Böylece, birey, cinselliği kendisinden türeyen basit, gelip geçici bir arzu ve beden hareketleri olarak görmediği sürece, birey, cinselliğin bir verimlilik alanı, bir nüfus aracı ve üreme oyuncağı olur. Niye mi? Bugün cinsel aktivitesini, normalin ve iktidar söyleminin dışında gerçekleştiren her cinsel kimlik: sapkınlık, iktidarsızlık ve cinsel hastalıklarla suçlanmaktadır. Neden mi? Devlet, bireyi, omlet yaparken kırdığı yumurtalara benzetir de, ondan. Bu yumurtalar, devletin kontrolünde üreyen askerler, gayri safi milli hasılayı arttıran vatandaşlar ve vergi veren yolunmuş kazlardır… Leviathan için cinsellik bu yüzden çok önemlidir. Cinsellik tahakküm frekansını birey üzerinden arttırdıkça, birey küçülür ve özgürleşen cinselliğin önemi artar, fakat bir şartla, birey buna bilinçli olarak boyun eğecektir: “Cinsellik özgürlük kalkanı altında iktidarını pekiştirdikçe, birey iktidarsızlaşır.” Cinsellik bir ortaklaşacılık olarak, partnerlerin; hazlarını, arzularını, pozisyonlarını ve fantezilerini bir kenara bırakarak giriştikleri toplumsal bir görevdir. Ortaklaşacılık olarak ifade edilen cinsellik, bir toplumsal bağın gözetimi altında işler ve partnerlerin her biri, diğeri karşısında hoşgörü, utangaçlık ve ayıp sürecinde kendisine sınırlar koymak zorundadır. Partnerini incitmemek aslında kendini acıtmaktır. Böylece, partnerler; doyumlarını, isteklerini ve hedeflerini beslemekten çok, büyük anlamlarla Cinselliği beslerler. Cinsellik, partnerlerin kendilerinden vazgeçtikleri oranda, kendi özgürlüğünü büyütür. İşte bundan dolayı, “seks özgürleştikçe, birey köleleşir”.


Cinsellik, ‘herkesin, herkesle savaşımında’ bir yer kapma alanıdır. Ve bu alan, sınırlı bedenlerde sınırsız sayıda biricikliğe bağlıdır. Kendime nasıl sahip olacağımı bilirsem ve başkalarının yapacağı hamlelere karşı kendimi terk etmezsem, bütün cinsel ilişkilerde ve koşullarda, ben, kendi cinselliğimi kendi biricikliğimde yaşarım. Cinsellik, bütünüyle egoist bir tavırdır. Çünkü yaşanılan her deneyim, alınan her haz ve işin eğlencesi, hep benim kendimi öne-sürerek, karşımdakinden elde ettiğim kazançlardır. İlişki, benden-sana’yı, senden-bana’ya çevirmenin mücadelesidir. Tıpkı bir piyasa rekabeti gibi, ‘hep hisseden olmak için arzulamak ve ilişkiyi bir alış veriş gibi görüp, haz alıp-haz vermeye dönüştürmek’…


Yaşamın keyfini çıkarmak, bireyin bir varsayımıdır, fakat her seferinden bir kez daha keyfini çıkarmak için yaşamak zorunda olduğumuzu bilmek gibi, cinsellikte kendini bu yaratıcı-tüketimde var eder. Ve böylece cinsellik, bireyin bir keyif alma seansına dönüşür. Egoist bir bakış, cinselliği nasıl yaşayacağına dair kendine verdiğin güçte saklıdır. Ne kadarını yani güç istencini, cinselliğe yöneltirsen, başarılı olma ihtimalin o kadar artar. Benim dışımda belirlenen cinsel değerlere, fantezilere yani arz ve talebin dengesine ise sözüm kısadır: “Cinselliğim, onu nasıl elde ettiğime ve onu benim elimden alarak; topluma, ahlaka ve normalliğe göre adapte etmeye çalışanlara karşı verdiğim mücadelede saklıdır.”


Evlilik tahakkümünden, aşk tahakkümüne oradan da sevgi tahakkümüne yem edilen cinsellik, artık, ona, nasıl sahip olacağımıza ve onu nasıl kullanacağımızı bildiğimizde; cinsellik bizim için egoistleşir. Yoksa cinsellik ya bizi kullanır veyahut bizi kendisine, enerji veren bedenlere dönüştürür. Eğer, Türk kadını kendi cinselliğini eline almak gibi bir niyeti varsa bugünden itibaren stratejisini ne olmak istediğine yada cinselliğin ne olması gerektiğine yoğunlaştırmamalıdır. Kadın cinselliği ne olmuş ise ona isyan etmekle başlamalıdır. Ve iktidarın ona biçtiği cinsel kimliği reddederek, yalnızca kendisi olmaya özen göstermelidir. Başka bir yol aramak ise ya iktidar kapanına sıkışmaktır yada kapanın ta kendisi olmaktır. Sonuçta birey, aynı bir bitki ve hayvan gibi varoluşunda bir nedenden dolayı dünya da bulunmamaktadır yada onu bekleyen bir görev ve mutlak bir son yoktur. Sonrası, basit bir slogandan ibarettir:

Ey Türk Kızı! Birinci vazifen, vazifeleri reddetmektir.