12 Ekim 2007 Cuma

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ: BENİM OLMAYAN İFADENİN ÖZGÜRLÜĞÜ

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ: BENİM OLMAYAN İFADENİN ÖZGÜRLÜĞÜ

"Sahipsiniz ifade özgürlüğüne/ Ancak deneyecek kadar aptal olmadığınız sürece" MARK STEEL



İfade özgürlüğü, birilerinin ifade özgürlüğüdür, benim yada senin ifaden değil. İfade özgürlüğü, bazı kimselere verilen özgürlüklerdir, Biricik-Ben'in eylemlerine değil. İfade özgürlüğü, herkese ait bir haktır. Herkese ait bir hak, bireyin biricik hakkı olamaz. Biricik olmayan bir hak, Ego'nun mülkü değildir. Mülkü; bana yada sana ait olmayan bir haktan söz edilebilir mi? Kayıtsız- Şartsız benim yada senin olmayan bir özgürlük, ne için kullanır olmuştur? Kanun altında özgürlük için kullanılır olmasın. Peki, nedir kanun altında özgürlük? Biricik-Ben'lerin otantik eylemlerini kısıtlama işlemi olmasın...


Küçük bir azınlığın yararına, birçoğunun zararına olan ifade özgürlüğü, benim ilgilendiğim bir özgürlük fikri değildir. Benim amacım kendim olmaktır. Ben kendim olarak zaten kendimi ifade ederim. Birilerinin bana yol göstermesine, sınırlar çizmesine yada ifademe meşruiyet kazandırmasına gerek yoktur. Benim alâkadar olduğum ifade, zaten benimle beraber olandır. Benim kendim olarak yaptığım her eylem; bir ifadedir. 'Bir ifade olarak ben' olmak değil amacım, biricik-ben olarak, ben kendim olarak, zaten baştan aşağıya bir ifadeyim. İfade bir özgürlük çeşidi olarak karşıma çıkmaz, ifade benle beraber olandır; başka bir şey değil.


Kanun altında özgürlük; kanunu yapan, uygulayan ve yasanın yürümesini sağlayan, bir yada birkaç çıkar grubunun kendilerini ifade ettikleri haklardır. Başkalarının hakkı olan ifade özgürlüğü, benim yada senin ifaden olamaz. Bana yada sana bir katkısı olmayan bir özgürlük, ancak ruhlar aleminde yaşar. Benim, 'kendim için kurduğum dünya' ile bir ilgisi olmayan eylem veya ifade; başkalarının hakları ve özgürlükleridir. Ben başkalarının özgürlüklerini ne koruyabilirim, ne de kurgulayabilirim. Ve onlarda, aynı şekilde, benim dünyamı, yani, yaşam stilimi ne anlayabilirler, ne de bana yardımcı olabilirler. Biricik-Ben'ler olarak, biz, ayrı kişileriz. Ayrı kişiler olarak, biz, yani Biricik-Ben'lerin, bir-olmayan egosu; türsel bir varlığın eşiti değiliz. Kısaca, insan olmayarak ben; genele ait olmayanımdır: gayri-kolektivisttim.


Biricik-Ben'ler; köksüz, eşitsiz, örneksiz ve geleceği bilemeyenler olarak; arzular, eyler ve hazzına göre ilişkilerini geliştirir. İlişkiler, hoşgörü ortamında yürümez. Çünkü Biricik-Ben'ler eşsiz mantıklarına göre artık öbür ego'larla tam karşıtlık ve tam ayrılık içindedir. Biricik-Ben olmak, artık, öteki biricik-ben'lerle pek bir ortak nokta bulamamaktır. Ötekinin gözünde yabancı olmaktır; Biricik-Ben olmak budur. Yada diğer bir ben yerine geçmeye çalışmadan; anlatılamayanı ve düşünülemeyeni, kendilik içinde tekilleştirmektir. Ego; özgün olandır, mülkü yalnızca sana ait olandır, biriciktir. Bundan böyle, ilişkilerde, sözleşmelerde ve rekabette sorun, içine tamamen çekilerek, kendine gömülerek ve benden olmayanı, yani, kafamda tıpkı bana benzeyen bir ben daha yaratma işleminden vazgeçtiğimde problemlerin üstü kapanır yada çatışmalar kendiliğinden soğumaya başlar.


Bununla beraber, bölücü yada düşman bir ilişkiye yer vermek, ancak, hakemlere, hakimlere ve bir üst kuruma danışmaktan, onları, kutsamaktan geçer. Örneğin; Ben bir otorite'nin hiç istemediği bir şeyi ifade ederek, tiranı fena halde kızdırmışımdır. Ama kendime göre çok doğru bir lâf etmiş olarak, kendimin arkasında dururum ve sonra kendi 'bireysel, devrolunamaz temel hak ve özgürlüklerime' dayanarak beni cezalandırmaya kalkan otoriter-tiranın, beni haksız yere yargıladığını düşünürüm. Onu, tarafsız ve adil zannettiğim, üçüncü bir tarafın huzurunda, düelloya davet ederim, yani, kendimi ifade etmeye çalışarak özgürlüğümü isterim. Özgürlüğümü isteyerek ben, zaten, haddimi aşarak, gücümün yetmediği bir hakla fazla ilgilenir olmuşumdur, yani, otoriter-tiransal hakkı, kendi mahkemesinde, haksız duruma düşmesini isteyerek; bana hak vermesini arzulamışımdır, şapşallığa düşmüşümdür. Mahkeme ilerledikçe, 'Adaletin Terazini' anlarım ki; 'ortak bir hak zemini' veya 'doğruluğun şaşmaz bir mantığı' yoktur ve olamazda. Olan sadece başkalarının yasası, yararı ve gücüdür, benim değil. Başkalarının vargılarında kendimi aramam yada ötekinin hak zemininde kendimi bulmam imkansızdır. İmkanlı olan ya başkalarının irade eksikliğinden yararlandığım için haklıyımdır yada kendi kanunlarımı diğerine kabul ettirdiğim için mahkemeyi kazanmışımdır. Oysaki benim 'üçüncü bir tarafın huzurunda' aradığım, kendi ifade özgürlüğümdür; kendi ifademi doğru, mantıklı ve ahlaklı olduğunu kanıtlarsam her şeyin çözüleceğini sanırım. Yani, ben, kendime ve ifademe güvenmediğim için mi, -başkalarında aradım hakkımı... yada ben, yeni- efendilerim olan: Devlete ve Topluma olan görevimi yerine getirdiğimi belirtmek için mi, -başkalarında aradım; kendi köleliğimi...


O zaman, benim 'üçüncü bir tarafın huzurunda' aradığım nedir? Bana ait olmayan fikirler; yabancı düşünceler ve ifadelerdir. İfade özgürlüğüm bir başkası tarafından verilmiş yada elimden alınmış -bu benim meselem değildir; ben, kendim isem; yetkimi kendi eylemlerimden, konuşmamdan ve yaratımımdan alırım; bir başka yetkilendirme, meşruiyet yada izne tabi olmadan konuşur, düşünür, yazar ve eylerim. Benim ihtiyacım olan 'Hukuk Devleti' değil, kendi biricik ego'mu bilinçli bir şekilde otoriteryenlerden, yapı-kuruculardan ve yol göstericilerden uzak tutmamda yatar. O halde benim ifade özgürlüğünden beklediğim hiçbir şey yoktur. İfade özgürlüğünün üzerine yükselen ve yüceltilen: Ben; kendime doğrulttuğum hedefim; başkaları için, siyaset için, refah için yada klanım için değildir, bilakis kendi eşsiz biricikliğim içindir. İsteğim; gerçek ve nettir: Kendimde; özgür değil, kendim olabilmektir... Mesela; bugünlerde bana, -"düşünürsen var olacağımı," söylüyorlar -Hangi hakla bana böyle bir görev yüklüyorlar. Onların, varoluş pratikleri, onların deneyimleriyle elde ettikleri kendilikleridir, benim varoluşum; nasıl ki onların varoluşları ile örtüşmüyorsa, onların varlıkları da kendi bedenlerine aittir. Benim varoluş elbisem, benim üzerime uyandır. Gücüm ve iradem yettiği kadar kendimi bir sanat eseri gibi tekrar yaratırım yada uymadığında bir yılan gibi varoluş derimi değiştiririm. Benim meselem 'düşündüğümde' ortaya çıkmaz, eylediğim zaman gerçekleşir. Benim meselem, benle varolur, doğar, yaşar ve ölür. Tüketebildiğim ve üretebildiğim için onun keyfini çıkarırım. İfade özgürlüğü de böyledir işte, bana ifade etmeyi bir özgürlük görevi olarak zorunlu tuttukları için, ben, ifade hürriyetini, başkalarının özgün bir fikri olarak görürüm. Bunun için, ifade özgürlüğü benim mülküm değildir. Benim mülküm olamayacak, özgürlük türünü, bu yüzden kendimden uzak tutar ve kendimden sakınırım. İfade etmeyi ise ancak ben kendime verebilirim. Ben bir düşüncesiz ifadenin düşünceli bedeniyim; ben başkaları tarafından ifade edilemeyenim...


'Bireyin her zaman baki kalan ifade hürriyeti vardır.' diyen, 'Hukuk Devleti'; peki, neden benim her ifademi onaylamakta bu kadar aciz ve kayıtsız? Çünkü 'Hukuk Devleti'; hukukun kontrolü ve kutsallığı altında bir devlet olarak, senin veya benim hukukuma sahip değildir de ondan... O, iktidardakilerin yasasıdır, o, benden güçlülerin ele geçirdiği organize suç çetesinin bana çevirdiği ruhsatlı kanun silahıdır. Senin veya benim olmayan bir hakkı yada ifadeyi hor gören, kabul etmeyen ve tanımayan bir üst kurul olduğu sürece ifade özgürlüğü yoktur ve olamaz. Bir sansür kurulu olarak, hukuk devleti, asla benim istediğimi yapmaz ve uygulamaz. Yasa fikrine itaat etmeyi reddeden beni yada seni, kendi egoist yasasıyla suçlayan 'Hukuk Devleti', aynı benim yada senin yaptığın gibi, bir iradenin sonucunda davranmaktadır. Aramızdaki plan birdir: Ego'muzu doyurmak. Kendi yararı için, kendi egoist planları için bunu yapmaya muktedir olan birileri varsa eğer, -hukuk, devlet, toplum, ideoloji, insan, din..vs gibi- herşeyden önce bana ihtiyacı olan bu kurumların yaratıcısı ve herşeyi kafasında oluşturan ben -hortlakları ve korkuları- , yani, Biricik-Ben neden olmayayım... Genel bir bütünlük olarak insanlar tarafından kişileştirilmiş kurumlar -hukuk, devlet, toplum, ideoloji, insan, din..vs- hiçbir şekilde bir benlik değildir, bu kendi egoist amaçları için -ki kişisel hiç bir arzuları yoktur; bu kolektivistlerin- hiç bir görevimiz olamaz bu hayaletlere karşı hiç bir kutsal fedakarlıkta bulunmamız gerekmez. Tek yapacağımız; bilgimizi ve emeğimizi çekmektir üzerlerinden. Bir asalağın, bağırsaktan sıyrılıp atılması, bir feodal beyin malikânesinden kentlere giden serfler gibi söner gider, 'bütün sabit fikirler'...Emek, bilgi ve üretim 'egoist'leştikçe, her ne varsa, dünyada geçici bir boşluğu doldurur ve sonra tekrar dağılır. Aynı yeni doğan gün gibi bilgide kendini yenilemek zorundadır. Fakat bütünlükleri azalttıkça zihnimizde, bir şeyleri yerine koymamız gerekmez. Yalnızca, biricik-ben, yani fizyolojik-ego olarak kendimizi tekrarlar dururuz, ilerleriz ve geri sararız.


Bundan dolayı, sabit fikirlere, hiç bir borcumuz olmadığı gibi, aslında, onlara, hiçbir ihtiyacımızda yoktur. Fakat eğer bir alacaklı varsa; o, ancak ben olabilirim ve böylece, kendilerini feda etmelerini isterim, intihar etmelerini isterim bütün 'kişileştirilmiş kurumlardan'...Arzum, benim özgürlüğüm anlamında değil, beni -dışardan- yöneten ve bana -içerden- boyun eğdiren bir iktidarın özgürlüğü anlamına gelmesini önlemektir. Kendi irademden bütünüyle silmektir, isteğim; sabit fikirlerden kurtulmaktır. Çünkü tekmelediklerinde kapımı, nasıl karşılık verdiğim değil, onlara. Beni ilgilendiren, önceden, kendi zevk dünyamı, daha üst bir kurum için, kutsal için, başımın üzerinde olmadan, tetikte tutmaktır ellerimi.


İfade özgürlüğü, benim ifadem tarafından yaratılmıyor, bununla beraber, 'hukuk devlet'in kendine has kavramlarıyla ifade ediliyorsa, özgürlük benim özgürlüğüm değildir. Yani, bana emanet edilen özgürlük, bana ait değildir. Bu özgürlük, bir tür olarak bana daima yasaklar getirmeye ve üzerimde tahakküm kurma hakkına da sahiptir, yani, bana emanet olarak takdim edilen özgürlük, bir gün benim elimden ya alınır yada benden alınmaması şartına karşılık benden kendimi feda etmem istenir. 'Hukuk devleti'nin vicdanı budur. Özgürlük üzerinden işletilen ve işleyen cehennemi-kanun, böyle çalışır ve böyle yürür. Bu yüzden ifade özgürlüğü, her koşulda birisinin yada birilerinin kendine özel özgürlük fikridir ve bireyi buna uymaya zorlar. Benim sahip olmak için kılımı kıpırdatmadığım bir özgürlük, benim elime verilendir, ben buna sahip çıkamam, çünkü bu özgürlük, bana hediye edenin özgürlüğüdür. Bunun için, özgürlük, bireyin baskıdan kurtulma ideali olarak, kolektivistlerin en tatlı rüyasıdır, fakat dışarıdaki zordan paçayı kurtardıkça kişi, içerdeki yani kafasındaki 'hortlakların zorbalığı'na boyun eğer. İşte bu yüzden ve sırf bu yüzden, birey, kendi sahipliğine dayanan, kendi istemiyle özgürlüğü eline geçirmeli ve tatlı rüyasından uyanmalıdır. Yani, egoist olarak Biricik-Ben, özgürlüğü eline geçirir geçirmez, kendi kişisel zevki için özgürlüğü tüketmeye başlamalıdır ve bedenini- varsa- bilincini soydukça kendi çıkacaktır ortaya; sonsuz bir denizin ortasında kalabalıklar içinde biricik, örneksiz ve eşsiz: Tam yol ileri!!!......