9 Ağustos 2007 Perşembe

LİBERALİZMİN GAYRİ-BİREYCİ MASKESİ: İNSAN HAKLARI

"İnsan Hakları ile ne kastedilmektedir?...-Bireyin-, sadece insan olmaktan dolayı -haklara- sahip olduğu anlamına gelmesi." J.J. SHETACK

"Öyleyse -Liberal- Devlet, benim bir insan olmamı talep ederek bana olan düşmanlığını ele verir… Beni, İnsan olmayı bir görev olarak kabul etmeye zorlar… İnsan ve insan özü, artık bireylerin yargılandığı ve cezalandırıldığı bir kıstas haline gelmiştir… Bir Liberal olarak… İnsan’ın ne olacağını ve ‘gerçekten insani’ bir tarzda nasıl hareket edeceğini belirler ve herkesten bu yasanın kendisi için bir norm ve ideal haline gelmesini talep ederim; aksi takdirde egoist kendisini bir ‘günahkâr ve suçlu’ olarak teşhir edecektir. " MAX STİRNER


I


Liberal Demokrasi, insanın insan üzerindeki hâkimiyetini kaldırmıştır. Yerine ne koymuştur? 'Kanun altında özgürlüğü'. Tıpkı, Hz. İbrahim'in, put-yapıcı babasına, kendi Tanrısını ispata çağırdığında sorduğu gibi: 'Senin kendi ellerinle yaptığın ve senin dualarına cevap vermeyen putlar, senin Tanrın nasıl olabilir?' Oysaki Hz. İbrahim'in Babası'nın, hiç bir zaman aklına gelmeyen cevap şöyle olmalıydı: 'Ey oğul! Benim tanrılarım görünür, senin ki görünmez. Benim tanrılarım sayıca çoktur, senin ki sadece bir tanedir. Benim tanrılarım benim dualarıma cevap vermez, ama ya senin ki, sana cevap verir mi? Benim tanrılarım benim elimden çıkar, senin tanrın ise senin bilincinden...'


Hz. İbrahim, babasına büyük bir haklılıkla karşı çıktığı düşünce, bütünüyle İnsan'nın kendi eliyle yaptığı putlara -tanrılara- nasıl inandığıyla alakalıydı. Yani, birey'den daha büyük bir amaç olanın kutsanması yâda bireyin yarattığı bir araca tapınma saçmalığı. Fakat Hz. İbrahim sonunda karşı çıktığı şeye, tekrar ve büyük bir şevkle kendini adamayı sürdürdü. Çünkü Hz. İbrahim, artık tahtadan veya çamurdan olan tanrılara inanmıyordu, ama kendi zihninde yarattığı tekil tanrıya inanıyordu. İnsanın eliyle yarattığı tanrıya değil, kendi bilincinin yarattığı tanrıya. Hz. İbrahim hiçbir zaman 'tanrı' fikrine karşı çıkmamıştı. O, tanrı fikrinin yerine somut olan putları değil, soyut olan putu koydu. Tıpkı Liberalizm'in bir şeyleri ortadan kaldırırken, terk ettiği her şeyin yerine bir şeyleri yerleştirmesi gibi, yani, liberalizm; kavramların içini boşaltırken, amacı kavramların içine kendi egoist planlarını doldurmaktı. Örneğin; Kralların yerine parlamento'yu, monarşinin yerine demokrasi'yi, köleliğin yerine özgür-vatandaşlar'ı, devrimin yerine evrimi, yaratıcı-geçicilik'in yerine durgun-genel'i yani kanunları ve bireyin yerine türsel varlık olan insan'ı, biricik-ben'in üzerine yerleştirdi. Liberalizm, bireylerin tekilliğine, eşsizliklerine ve örneksizliklerine rağmen, bireylerin, kendilerinden daha büyük bir amaç için, Hz. İbrahim gibi, bütün vatandaşların boyun eğmelerini ve kendilerini feda etme biçimlerini bir diğeriyle değiştirmiş oldu.


Hz. İbrahim'in yeni-putperestliğini, yani, kurum olarak dinin bir devamını Liberal Demokrasi de görürüz. Liberal Demokrasi, egemenlik kavramını hiç dokunmadan, bizi kimin ve nasıl yönettiğine kafa yorar? Liberalizmin tanrısı, Hz. İbrahim'in tanrısı gibi bizi yönetmeye devam eder. Bununla beraber, 'Her zaman, her yerde geçerli olan' kanunlar, aynı Hz. İbrahim'in Tanrısı gibi her zaman ve her yerdedir. Ezeli ve ebedidir. Hz. İbrahim'in Tanrısı için bütün bireyler birbirlerinin eşitidir, tıpkı Tanrı'nın önünde olduğu gibi, liberal düşüncede de, kanun önünde bütün insanlar eşittir.


Her zaman ve her yerde geçerli olan kanunlar, ezeli ve ebedi olan Hz. İbrahim'in Tanrısı gibi; ona ne kadar boyun eğersek, dediklerini yaparsak; bizi ödüllendirir ve sevindirir, ama ya dediklerini yapmaz isek, işte o zaman bizi cezalandırır, suçlar ve yargılar. Liberalizm'in Tanrısı; Hıristiyanlıktaki gibidir. Ne de olsa ikisi de Batı kökenlidir. Batılı İnsan'ın kafasının içinde yarattığı kutsal üçleme, yani, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'a karşılılık, Liberalizm, kutsal mantığı hiç değiştirmez: Yasama, Yürütme ve Yargı. Bu, kutsal üçleme, biricik-ben üzerinde uygulanan Liberal ideolojinin tahakküm mekanizmalarıdır. Max Stirner'in deyişiyle: "Kilisenin ölümcül günahları varsa, -Liberal- Devletin sermaye suçları vardır; birinin sapkınlıkları varsa diğerinin de hainleri vardır, biri kiliseye dair cezalar veriyorsa diğeri yasaya dair cezalar verir; biri engizisyon süreciyse diğeri maliye sürecidir, kısaca orada günahlar, burada suçlar, orada engizisyon ve burada da engizisyon"


Bundan başka, liberal ideoloji, insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldırdıysa da, beni yada seni, yani bizi bir bütünün eşit parçaları olarak görerek, Biricik-Ben'leri bir türsel varlığın altında birleştirdi: İNSAN... Aynı, Thomas Hobbes'un kitap kapağındaki Kral-Tiran'ın bedenini oluşturan birey kafaları gibi, Liberalizm de bireyleri bir görev adamı, yurttaş (devletin kölesi) ve iktisadi-insan olarak adlandırır ve biricikliğimizin üstünü örter. Liberalizm; beni veya seni, bir olduğumuzu iddia ederek, eşsizliğimizi ve örneksizliğimizi bir kenara koyar ve otantikliğimizi anlamsızlaştırmaya çalışır. Neye dayanarak? Tabii ki İnsan oluşumuza... Peki, liberal bunu ne için ister yâda bundan ne kazanç sağlar? Tabii ki kendi egoist planı için, benim yâda senin biricik-bencil olmamamızı ister. Bir insan olarak, ben yâda sen, ayrı kişilikler olmadığımız gibi, genlerimizde aynı değildir. O zaman insan olarak, benden yada senden istenen nedir? Yegâne olan genlerimizi ve bir olmayan bedenlerimizi, var olmayan bir tanrıya adamak; bu Hıristiyanlık için Yüce İsa, Sosyalizm için Toplum, Liberalizm için İnsan'dır. Hepsinin egoist planı var olsa da, bunu var eden bireyin biricik mantığıdır. Mantık yâda Bilinç, her ne derseniz deyin, eşsiz olarak bana aittir. Demek ki, bütün hayaletlerin, sabit fikirlerin ve bütünlüklerin yaratıcısı: Benim. Ve benim meselem bana ait ise, be yaratıcı-deha! Kendine nasıl olurda, görevler ve ödevler yüklüyorsun. Sen! Eşsiz ego! Kendi meseleni unutup, hangi amaca hizmet etmeye kalkışıyorsun, kurduğun bütünlükler senden dolayı, varsaydığın hayali kahramanlar senin üretimin ve kafanda oluşturduğun sabit fikirler senin mantığın, o zaman, neye inandığına dikkat et! Hangi yüksekliklere tutunduğunu düşün! Ve kendini neye vazifelendirdiğine iyice bak! HER ŞEY BENDEN DOLAYIDIR ve HİÇ BİR ŞEY BENDEN ÜSTÜN DEĞİLDİR. Çünkü gerçeğin yegâne kriteri biricik-ben'dir. Sonlu ve cismani bir beden olan Biricik-Ben'in, diğer bütün sabit fikirlerden farkı budur. Onlar, senin kafanda ürettiğin bilgiye, ellerinle yarattığın emeğe ihtiyacı var, Senin neye ihtiyacın var? Sadece kendine veya hiçbir şeye!!!

II


Liberal düşünce, Hıristiyan dininin Tanrısından aldığı kuvvetle hükmeden Tiran-Krallar gibidir. Liberalizmin kendisi de, İnsan soyunun mükemmel davranışlarından aldığı kuvvetle Kanunlar aracılığıyla hükmeder. Tarih boyunca, bireye köle muamelesi yapan, baskı kuran, eylemlerine karışan ve düşüncelerine kısıtlama getiren bütün ideolojiler gibi Liberal düşünce de, Biricik-Ben'in bütün otantik özelliğini rafa kaldırır. Bireyin biricikliğini görmezlikten gelerek, bütün ideolojilerde karşı çıktığı şeye, bizi bir insan olarak genelleştirerek adlandırır: Kolektif topluluk yâda toplumculuktan ayrılmayan bireycilik.[1]


Evet! Liberal ideolojinin ortadan kaldırmak istediği ama 'hoşgörü hümanizm'ine yamadığı bu baskıcı kavram tekrardan hortlar: Kolektivizm. Hem de bireye daha fazla işkence etme potansiyeline sahip olarak. Çünkü liberalizm göklerden gelen bilinmeyen bir güçle baş etmeyi, o gücü yere indirerek başarmıştır. Fakat güç; hak ve adalet olarak soyutların en soyutu olan: Kanuna geçtiği an, yani, kutsal olanı insani-iyi haline getirerek, zor ve baskıyı, artık öbür dünyada değil, bizzat burada yaşayan bireyde uygular. Birey, bu dünyada kanuna aykırı hareket ettiğin an, cezalandırılır, cehennem artık bu dünyadadır, egoist için kaçış yoktur, kanun nerde olsa biricik-ben'leri bulur ve zulmeder. Çünkü kanun, Biricik-Ben'i istemez. En’lerin eni, yani, Kutsal-Yasa, biriciklikten öte, genel’e hitap eder. Genel, bireyin otantikliğinde değil, bireylerin ortak özünde arandığı için, her birey’i gen kodunun ve parmak izinin ayrılığı yüzünden suçlar ve bu durumu kabul edemez. Bunun için, her bir bireyde mutlak bir öz aranır; diğer ve öteki olan herkeste olan ve bedeni-ben’den ayrılmayan bir öz: İnsan…


Biricik-Ben, kendi hareketlerini meşrulaştırmaz, sınırlar çizmez ve kontrol altına alınmak istemez. İşte bu yüzden 'Kanun altında özgürlük', başkalarının rüyasıdır, ötekinin haklarıdır, benim ve senin değil. Benim ve senin olmayan bir kanun, benim kendimin ilgilenebileceği bir şey değildir. Benim kendim olma yolunda önüme dikilen anayasa; yükümlülükler, görevler ve ödevler yükleyen bir kanun ancak benim düşmanım olabilir. İnsan hakları, sırf bu yüzden, bana karşı yapılmış bir kanundur. Benim kendim olma yolunda atacağım her adımda bana dur demenin Türkçesidir. Örnek mi istiyorsunuz, alın size 1947 yılında yapılmış Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda karara bağlanmış İnsan Hakları Beyannamesi ve Madde 4: Hiç Kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır. Öyle mi sizce? Kesinlikle hayır! Hiç kimse kölelik ve kulluk altında bulundurulamaz ise nedir peki öyleyse bir İnsan’ın devlet'in vatandaşı olarak yaşamaya mecbur edilmesi. Nasıl ki, bir feodal bey, kâhyasıyla serfleri kontrol ediyorsa, devlette kanunuyla, polisiyle ve askeriyle vatandaşını kontrol eder. Nasıl ki, feodal bey, üretilen üründen kendi payını fazlasıyla alıyorsa, devlet de vatandaşından zorla vergi temin eder. Nasıl ki, feodal bey serflerini damgalıyorsa, modern devlet de vatandaşlarına nüfus kimlik numarası verir. Serfler, feodal beyin kölesi ve kuludur, vatandaşlarda devlet'in. İnsan Hakları, böylece, kendi gerçeğini açığa çıkarır: 'Benim türsel varlığım anlamında özgürlük, artık, İnsan Haklarıdır, yoksa biricik-ben'in kendisi olma yolundaki davranışlar değil. Böylece, İnsan hakları, beni yönlendiren, yöneten, boyun eğdiren ve eylemlerine sınır koyan bir tahakküm beyannamesidir. Başka bir şey değil'

III
Liberalizm, Dini savaşların son bulması için, Avrupa'da yapımına başlanmış bir hoşgörü inşa hareketidir. John Locke; biricik- ben'lerin birbirlerinden tamamen farklı ve birbirlerine karşı olmalarından dolayı çıkan çatışmaları önlemek için ortaya çıkardığı ideolojisi, artık, köleleşmenin, sefaletin ve hoşgörüsüzlüğün ta kendisidir. İnsan özü bir kurmaca ve haklar ise bir soyutlamadır. Hümanist aydınlanmanın karşı çıktığı bütün idealler aslında, isyan ettiği kategoriler üzerine kurulmuştur. Hıristiyanlığın Tanrısı; dini savaşların sonunda, yenilenlerin ve ona karşı işlenen günahları bir cehennemde yakacağına nasıl söz verdiyse, Liberalizm de, bireyin ortak atasına yani genel genleri olan İnsanlık adına işlenen suçları cezalandıracağına dair söz verir -Kim ki, İnsan Haklarını hiçe sayarsa, o insan değildir. Çünkü sözde bir kâğıt parçası olan insan hakları beyannamesinin belirttiği tarzda bir insan olamamışlardır, onların, onayladığı norm ve ideaların dışına çıkmışlar olarak, yani egoistler, liberalizm'in şeytanıdır.


Bir sözleşme türü olarak İnsan Hakları Beyannamesi, siyasal liberalizmin eseridir. Bunun için, İnsan Hakları ile Siyasal Liberalizm; herkesin kendi içinde özsel bir insanlık çekirdeği olduğu ve insanların ona uygun olarak yaşaması gerektiğini iddia eder: insan olarak bireylerin, eğer bu öze karşı gelirlerse yâda bu özü ihlal ederlerse 'gayri-hümanist' sayılırlar. Mesela, liberal, bireyler arasındaki ekonomik ve beceri farkları yüzeysel olarak görerek, bu farkların ötesinde hepimizin ortak bir öz taşıdığına bizi ikna eder -hepimizin insan olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Bu, siyasal liberalizmin amacıdır. Niyet apaçıktır, liberal siyaset’e meşruiyet kazandırmak, yeni düzenlemeler getirmek ve kurumlara dair farklı umutlar bağlayarak, tahakkümü, liberal-devlet ve liberal-toplum üzerinden işletmek. Öyleyse, siyasal özgürlük; kimsenin birbirine emir veremediği ama Kutsal-Yasa’nın yasak ve önerileriyle hareket etmeye meşruiyet kazandırdığı İnsan’ın dünyasıdır. Bu dünya; Tekil’i Genel’e, Mikro’yu Bütün’e, Biricik-Ben’i İnsan’a, Egoist’i Kolektivist’e ve Beğeniyi ortak güzelliğe bıraktığımız bir yerdir. İktidar; artık Kral’ın asasında yâda Süper güçlerin savaş makinelerinde değildir; bireyin kafasındaki girift çarklardadır.


Liberal-Tahakküm'ün krallığı, İnsan Haklarını bütün dünyada meşru zemine oturttuktan sonra başlar. Biricik-Ben, böylece, kendi eşsizliğini, örneksizliğini, hiç olmayacak fotokopisini ve fizyolojik doğasını, kendi içine çekilerek yâda bir çıkarlar ilişkisinde görmekten çok, yazılı kutsal bir kitap'ta görür. Bu, öyle bir kutsal-yazıttır ki; bütün her şeyi içerir. Gelecek ve geçmiş, artık, bir köprüde, insan hakları beyannamesinde buluşur. Ölüler mezarlarından, gelecek ise cenin öncesi dönemden kalkıp gelir ve bugünde buluşurlar. Bugün ise yapıcıların en yapıcısıdır, tarihin tutkalıdır. Liberal-Demokratlar artık yazılanın bozulmayacağında iddialıdırlar. Ve tarihin sonu gene bir liberal tarafından ilan edilir: Francis Fukuyama ve son insan...


Sonuçta, artık bireyler, biricikliğin apayrı, özel ve tek olan varoluş mücadelesini geri plana iterek, kendilerini, genel görüşe havale ederler. Artık hüküm; Sosyal Güvenlik, Gayri safi milli hasıla, toplam talep ve arz gibi genel bütünlüklerdedir. Bireyin biricikliğinde saklı olan, ne yazık ki çok az şey kalmıştır. Tarihin sonuna inanan Hegelci-Liberaller, kendilerini bir bütün de toplayarak, egoist bütün çabaların bir anda yok olmasını dilerler. Amaç kolektivist planın tarih önünde zaferle ayrılmasıdır. Sonrası bir hiç değildir ama umut biricik-ben’dedir. Çünkü İktidar ne yazık ki; bireyin zihninden hayat’a akan bir oluştur ve bu oluş ırmağı her an terse akabilir. Tahakküm; hayat’tan zihne dolaşımını gerçekleştirdiğinde, bilakis, iktidar egoist’in bir gerçeği ve oyuncağı olabilir…


IV


Devlet’in ekonomiden çekilmesini isteyerek bir liberal, devletin karşısına bireyi çıkardığını düşünen entelektüelleri fena halde yanıltır. Liberal, bireyin özel olarak mülk sahibi olması için eylemlerini özgür bırakmak niyetinde değildir, onun, amacı, kendi bekası için, suyun başında olduğu iktidarın yani devletin daha çok zengin olmasını ister; vergi toplamaya, askere almaya ve kanunlarıyla bireye sınırlar koymaya devam eder ve bundan hiçbir zaman vazgeçmez. Liberal siyaset, devlet’in karşısına bireyi değil, bireyi insanileştirerek, iktidarını sürdürmenin yolunu bulmuştur. Evcilleşmiş insan, artık otantik olma arzusunu genel’e bırakarak; genel oy, kamu yararı ve anayasa gibi bütünlüklere kendini kaptırmıştır. Liberal siyasetin mantığı budur, bireyin güç istencini, siyasileştirerek biricik-ben’in isyanını savuşturmak ve afyonlaşmış insanların konforunu maksimize ederek kısa dönemli çıkarlara dayalı işbölümü sistemini liberal topluma olağan göstermektir. Oysaki gerçeği, kendimde bulmam gerekirken, liberal, beni yâda seni, kendi bilincine çekerek, hedeflerini ve isteklerini, benim yada senin mantalitene kazır. Tehlike asıl budur: Liberalizm, hümanist iddiasını bir barış ve adalet fetişizmine çevirir ve senin otantik, eşsiz, tekil ve farklı olduğunu sana unutturur.


Eşit olarak sayılmak, insan olarak doğmak için yeterli sebeptir. Liberal mantık, bireysel eşitliği türdeşlikte bütünleştirerek, hepimizi özünde bir tutar. İnsan olarak birey, varoluşunu türsel varlığa borçludur. Liberalizm, Hıristiyan dini anlayışın ahlakını ve söylemini ‘İnsan hak ve özgürlükleri’ bağlamında tekrar eder. Liberalizm’in diğer ideolojilerden ayırt edici özelliği olan bireycilik anlayışı böylece yerle bir olur. Çünkü liberal, kendine bir eşit bulur: İnsan… Oysaki Hayek ile Mises bir değildir; bir oldukları hiçbir şey yoktur. O zaman, liberal, bir diğerini ötekine ne diye eşitlemeye kalkar? İlkel Kolektivist anlayışı seküler bir yorumla, yani eşitliği türdeşliğe indirgeyerek biricik-ben’leri tahakküm altına alır ve bireyin özgün ve özel varoluşunu hiçe sayar. Artık, İnsan hakları dünyasında, birey özel olarak kendinden kendi olduğu ile değil, ne olduğu ile ilgilenilmektedir, doğuştan gelen hak ve özgürlüklerle ilgilenilmektedir. Bir liberal için doğmuş olmak yeterlidir. Çünkü hak ve özgürlükleri beraberinde getirir. Tıpkı Hz. İsa’nın doğuştan kazandığı yetenekler gibi sıradan bir bireyde artık ulvileşmiştir. Ulvi birey olmak için seçilmek şart değildir. Doğmuş olmak gereklidir. Hiçbir deneyim, hiçbir yetenek yâda hiçbir güç önemli değildir. Birey doğar ve herkesin sahip olduğu hak ve özgürlüklere sahip olur. Ebedi hak ve özgürlükler böylece bütün bireyleri genelleştirir ve bütünleştirir. Sonuçta birey türdeş varlığına doğarken yenilir. Eğitim ve ‘toplumsal sözleşme’ doğarken verilmeye başlanır. Böylece, Liberal, bireyi topluma ve devlete doğarken bağlar ve bireyi bir bağımlı haline getirir.


Birkaç istisna dışında bağımlı-birey, liberal bir düzende düşünceleri, kararları ve arzuları ‘medyatik bir yaşam alanına’ sıkışır. Bir kaç kişi, düzen dışına çıktı mı? Hemen yafta yapıştırılır: ‘Özel yaşam’! Karışılamaz!” ‘Özel yaşam’ alanını çoğaltmak bireyi bağlarından koparmaz, birey gene toplumun ve devletin kontrolünde arzularını işler. Çünkü bağımsız-birey karşı olduğu bağımlı kavramından bütünüyle kaçamaz. İktidar, ‘Özel Yaşam’ alanında kendini tekrar doğurur. ‘Özel Yaşam’ alanında artık, bireyin ‘Doğuştan gelen dokunulamaz hak’ları vardır. Takip edilemez, resmi çekilemez, mülküne girilemez ve yaşadığı hayata karışılamaz, ama ‘Özel yaşam’ alanına sahip bir birey asla devlete ve topluma karşı savaş açamaz; vergi vermeyi, askere alınmayı, düşüncelerini devlete ve topluma yöneltmeyi asla aklına bile getiremez… Çünkü ‘Özel alan Bireyi’ insan özüne ait olduğu sürece diğerlerini ve ötekini kendi gibi bileceğinden; kendi özel alanında da kendi bildiğini değil toplumun ve devletin, yani iktidarın dediğini yapacaktır. Böylece, iktidar kapanı, özel alanda daha çok etkili olacaktır. Aile reisi kimdir? Sorusuna, bir liberal, ‘hem kadın hem erkektir’ cevabını Anayasa’da verdikçe, özel yaşam denilen şey sadece ‘kanunun istediği yaşam’dır, biçiminde şekillenmek zorundadır.


Liberalizm, bireye, herkesin sahip olmak için hiçbir çaba göstermediği güç’ten yararlandırarak, bireye hak ve özgürlükleri bahşeder. Bu öyle bir armağandır ki; Hiç kimse hakların ve özgürlüklerin neye yaradığını bilemez. Hak ve özgürlükler için hiç bir özen göstermeyen birey, onların varlığı ile herhangi bir yaşam tasavvur edemez. Liberalizm böylece amacına ulaşır. Yani, Liberalizm yoksa, insanca yaşam yoktur. Çünkü liberalizm olmazsa bireyin doğuştan kazandığı hakları ona kimse veremez. Tıpkı Hıristiyan kardeşliği veya Sosyalist eşit ekonomik özgürlük gibi Liberalizm de var olmayan hayali idealini yürürlüğe sokar. İnsanı, iyiye, güzelliğe ve mutluluğa çağırır ve ona bir sosyalist’in emeğine karşılık ortak zenginlikten pay vermesi yâda bir Hıristiyan’ın arındırılmış bir ruha karşılık cennet vaat etmesi gibi liberal de, bireyden otantikliğini ve biricikliğini vermesi karşılında hak ve özgürlük dağıtır. Hak ve özgürlükler, böylece herkes de bulunur ve herkes tarafından kullanır. Bireyler, türdeş varlıklarında eşit olarak görülürler ve tekbiçimli bir var oluş mücadelesinin içine atılırlar. Liberalizm de, bireyi, liberal-toplum ütopyasına doğuştan verdiği hak ve özgürlükler bağlamında sokarak, liberal-toplum üzerinden iktidarını yönetir ve yürütür.


V


Kısaca, Liberalizm, bireyin biricikliğini yadsıyarak, onu kendi istekleri ve hareketleri ile baş başa bırakmaz. Doğuştan, biricik-ben’leri temel hak ve özgürlükler cenderesine sokar. Bireyin ilgisini ve yaratısını kendi üzerinden alır ve Ego’lar savaşından, bireyi kendi ilgisinden uzak tutar. Böylece Liberal idealler, Ego’nun kendi meselesi haline gelir. Egoist amaçlar, artık liberal ütopyanın kendisi için çalışır.


Liberalizm, yaşamın gerçek nedenini İnsan adlı büyük anlatıya kaydırarak, herkesin herkes ile savaşımında ego’nun planını boşa çıkartır. Ego sınırsız rekabetle elde edebileceği şeyleri, liberal, doğar doğmaz bireye vererek, bireyi uyutur ve kendi hedeflerini bireyin kafasına yerleştirerek, bireyin gelişimini ‘insan’ gelişimi üzerinde çalıştırır. Liberal iktidar, biricik güç istencini ego’ların her birinden isteyerek kaybedeceği vakti, bireyin eski alışkanlıklarına kendi tahakkümünü monte ederek yoluna devam eder. Yani, liberal, Din kurumlarının kavramlarını kullanarak, iktidar kodlarının yerine kendi şifrelerini yerleştirir. Özetle, Liberal tahakküm, bireye eski bir düşmanla yaklaşır: Kolektivizm… Fakat liberal, bireye toplum anlayışını zorla kabul ettirmeden, bireyin tüketimini Adam Smith’in işbölümüne bağlayarak gönüllü bir boyun eğmeye sokarak bu işi başarır. Liberal, Ego’nun dışsal emeğini yükümlülüklere, hak ve özgürlükler nosyonunu da bireyin içsel düşüncelerine çevirerek, biricik-ben’i alt-üst eder. Neticede, biricik ifadeler, eylemler ve mülk, ‘insanın temel hak ve özgürlükler’ kriteri haline gelir ve böylece egoist görüş tarihten silinip gider. İnsanın özgürleşmesi ve tüketilecek şeylerin bollaşmasına dair Hümanist Aydınlanmacı söylem fanteziden hakikate doğru yol alır. Bu şekilde insan, hakikate boyun eğer, burada direneceği bir yer kalmadığı gibi artık kavramlara da şüphe getirmez. Çünkü birey kendi kendisini tüketerek, mantığını ve bedenini bir düşmana ‘genel ilkeye: İnsan Haklarına’ bırakmıştır. O ne derse, o’dur. O, tahakkümün alacağı en kötü efendidir. Stirner’in bir karamsar bir de umutlu sözleriyle bitirirsek: “Kutsal’a inandığınız sürece kendinize inanmıyorsunuz ve siz bir uşak, bir mutaassıp insansınız” “Kutsal, hakikat karşısında hiçbir zaman kesin zafer kazanmamıştır, ama her zaman benim zafere giden bir aracımdı: Hakikat… Tıpkı silah gibi”

-BİTTİ-

[1] Bireycilik: tekil, eşsiz ve örneksiz Biricik-Ben’i temsil etmez. İnsan özünü içinde barındıran Ego’ları, bir bütün hale getirerek, kolektivist bir ruhu anlatmaya yarayan bir genelleştirme ifadesidir. Aslında Biricik-Ben kesinlikle ifade edilemez. Çünkü başkasına ait bir kavram olarak seslendirilen, yazılan ve okunan; Ego, bilakis başkasına aittir. Ve Ego bir kavram olduğu sürece bir ruh ve hayalettir. Oysaki Ego, kan ve beden olan ölümlü bir anlatılamayandır. Ego, yaratıcı-geçici olarak ne genel, ne bütün, ne de bir öze aittir. Kendisine has ve başka bir Ego ile bir olmayandır. Ego’nun eşiti kendisi bile değildir…